30 Aralık 2009 Çarşamba

MUTLU YIL OLA

Yılbaşımı geçirmek üzere yarın Berlin'e hareket ediyorum. Malum Hertha'nın durumu vahim... Birkaç önemli tavsiyede bulunup ligde kalmalarına yardımcı olmam lazım; özellikle de gol yollarında! GOLCÜ ŞANSI'na ihtiyaçları var...

MUTLU YILLAR...HAPPY NEW YEAR...Frohes neues Jahr...buon anno...feliz año nuevo...hyvää uuttavuotta...あけましておめでとう...с новым годом...ευτυχισμένο το νέο έτος...godt nytår...šťastný nový rok...bonne année...gott nytt år...

29 Aralık 2009 Salı

EN GÜZEL VE EN ANLAMLI

2010 geldi kapıya dayandı! Bir devir daha sona eriyor.

Şöyle bir baktımda tam 10 yıl olmuş milenyuma girme heyecanı yaşayalı. Zaman müthiş bir hızla akarken hafızaları tazelemeli ve Türkiye için en güzel ve en anlamlı golleri hatırlamalı diye düşündüm.

Üç numarada 20 Nisan 2000 tarihinde atılmış bir gol var!Bu gol o kadar güzel ve anlamlı bir golki aynı zamanda Galatasaray'ın Uefa kupasını kaldırmasındaki belki de en önemli gol! Hatta Hakan Şükür'den beklenmeyecek güzellikte bir gol!




İki numarada bir altın gol var! 22 Haziran 2002'de İlhan Mansiz o kadar güzel bir gol atıyor ki, o gol hayatının golü oluyor ve Türkiye tarihinde ilk kez Dünya Kupası'nda yarı finale çıkıyor.



VEEEE 1 NUMARAA... Unutulmaz Euro 2008'in yıllarca unutulmayacak maçı! Nihat Kahveci'nin kariyerinin en önemli ve en güzel golü! Türkiye 2-0 geriden muhteşem dönüyor ve tarihinin en büyük zaferine imza atıyor!



2000'li yıllardaki bu güzellikleri, 2010'lu yıllarda da yaşamak dileğiyle!!!

28 Aralık 2009 Pazartesi

DELİ BİR YIL OLSUN

Bir baktımki herkes havaya girmiş, yeni yıl kartları, hediyeleri, şunları bunları havada uçuşuyor.

Benim de nacizane futbol dünyasına armağanım olsun.

Mutlu yıllar, DELİ BİR YIL OLSUN :)))

Try JibJab Sendables® eCards today!

25 Aralık 2009 Cuma

BURUN KIVIRANLARA...

Geçtiğimiz günlerde Ukrayna ve Polonya'nın ortaklaşa düzenleyeceği Uefa Avrupa Futbol Şampiyonası'nın logosu görücüye çıkmıştı.

Malum bizim eş-dost da hemen atladı bu nasıl logo, olur mu böyle çiçekli - böcekli, ayyyy çok feminen olmuş gibi yorumlar yapılmıştı.

Olmamış baştan yapsınlar diyen bile oldu!!!

Bende onlara 'Yahu yapmayın etmeyin, peşin karar vermeyin, logo hareket etmeye başlayınca ısınırsınız belki, eğer eleştirecekseniz bizim Dünya Basketbol Şampiyonası'nın logosunu eleştirin demiştim.

Dinlemişlermidir beni bilmiyorum ama Ukrayna'da ve Polonya'da logo canlanmaya başladı. Şampiyona yaklaştıkça daha da enteresan görüntülerle karşılacağımızın sinyalleri bunlar.

Burun kıvıran eşe dosta duyurulur.

23 Aralık 2009 Çarşamba

ONU NASIL UNUTURSUNUZ ?

Gazeteleri, dergileri okuduğunuzda ya da enteresan dediğiniz blog sayfalarında dolaştığınızda bazı şeyler sizi rahatsız ediyorsa susmayı mı tercih ediyorsunuz?

Ben etmiyorum... Mümkünse siz de susmayın. Yanlış gördüğünüz, eksik var dediğiniz şeyleri dile getirin, bu benim bloğum olsa da!

Bir süredir bir çok yerde Manchester City'de yaşanan teknik direktör değişikliğiyle ilgili enteresan haberler çıkıyor. City'nin yeni patronu Mancini güzel şehrimiz Manchester'a hoşgelmiş. Hoşgelmiş gelmesinede, bu gelişin haberi İngilterede'ki İtalyan akımı olarak özetlenebilir mi sadece? Hadi diyelim böyle özetlediniz, bu akımı Capello'nun başlattığı, Ancelotti'nin devam ettirdiği ve o yüzden de şimdi de Mancini'nin adaya gittiği haberleri var.

Bunu Türk medyası böyle yazabilir, peki ya entellektuel blogcularımıza ne demeli? Onlar bari bu girdapta boğulmasalardı!

Evet Capello adadır, Ancelotti ve Mancini onları takip etmiştir; peki ya Capello kimi takip etmiştir? Adada başka İtalyan hoca yok mudur?

Boyu 1.66 olduğu için onu görmekte zorlananlara duyurulur. İngiltere'deki İtalyan akımını sağlayan ne Capello'dur, ne Ancelotti! Varsa yoksa GIANFRANCO ZOLA'dır.

Futbol hayatı boyunca büyük başarılara imza atan, tekniğiyle bir çok futbolcuya örnek olan ve azmiyle de herkesi şaşırtan Zola sessiz sedasız futbol kariyerine WEST HAM teknik direktörü olarak devam ediyor.

Şu ana kadar yakalanmış büyük bir başarı yok hatta ligde işleri çok zor ama yine de 2013'e kadar sözleşmesi uzatılmıştı!

Sadece West Ham taraftarının değil, aynı zamanda Ranieri'den Ancelotti'ye kadar bir çok teknik adamın övgüsünü alan küçük dev adam, çok yakında daha büyük adımlar atmaya hazırlanıyor.

Futbolu sadece büyük takımların oynadığını zanneden, büyük takım teknik direktörleri dışındakileri görmemezlikten gelenlere duyurulur!

22 Aralık 2009 Salı

YILIN GOLÜ

FIFA yılın futbolcusunu, yılın osunu busunu seçerken ayn zamanda, yılın golünü de seçti.

Şampiyonlar Ligi'nde Ronaldo'nun Porto'ya attığı gol birinci oldu. Oldu ama bu gol olduğunda gözlerime inanamamıştım, sonradan tekrar tekrar izlediğimde de bana kendi sahasından diğer potaya topu sallayan basketçileri hatırlattı bu gol.

Beyefendi sallıyor ve o kadar kısmetli ki gol oluyor!


21 Aralık 2009 Pazartesi

ATAMADIĞIN İÇİN BEŞİNCİSİN

Ligde ilk yarıyı geride bıraktık. Sezon başında şampiyonluk yarışı için ' sadece ikisi kapışır' denilen Fenerbahçe lider ve Galatasaray ikinci. Bursaspor ve Kayserispor enteresan şekilde başarılı olurken, büyük paralar harcayan Beşiktaş beşinci sırada... Peki aslında gerçek sıralama böyle mi olmalıydı ?
Bence kesinlikle hayır!

Tabela yorumcusu olup maç sonucuna göre değerlendirme yapanlar bu seferde eminim puan tabelasına göre yorumlar çıkaracaklardır.

Gözünüzün önüne kadroları getirin, performansları getirin. Sekizde sekiz yaparak lige başlayan, aslında şansıyla kazanan Fenerbahçe'nin maskesi sonradan düşmüştü. Muhteşem başlangıç yapan Galatasaray'ın aslında defansının ne kadar döküldüğü sonradan kabul gördü. Bütün bunların arasında ilk beş altı hafta sonunda yerden yere vurulan, medyanın kışkırtmaları sonunda sadece rakiplere değil kendi taraftarına karşı savaş veren Beşiktaş!

Transferleri yerden yere vurulan bir takımın oyuncuları nasıl olurda sürekli örnek gösterilir? Bugün ne kadar yorumcu varsa hepsi savunmalara örnek verirken beğenilmeyen Sivok'u, maliyeti yüksek gösterilen Ferrari'yi, önümüzdeki uzun yıllarda Türk futboluna damga vuracak İsmail'i göstermiyor mu?

Bugün ne kadar yorumcu varsa hepsi orta saha örneklemesi yaparken Ernst-Fink ikilisinden bahsetmiyor mu?

Ama işin içinde biraz şans olmalı... Herşeye rağmen potaya girmeyi başarmış takımın başındaki Mustafa Hoca aslında haklıydı, ilk yarı lider bitmeliydi!

Şöyle bir bakın Beşiktaş ne garip puanlar kaybetmiş... Belediye'ye ne goller kaçırdırdın berabere bitti, Gençlerbirliği'ni elinden kaçırdın berabere bitti, Antep'e karşı doksanıncı dakikada topun direkten döndü yine beraberlikle yetindin, Galatasaray'a karşı o kadar pozisyon kaçırdın Rüştü maçı ikram etti, Kayseri'ye karşı tek pozisyonla maçı verdin ve daha sonraki Diyarbakır, Manisa ve Bursa maçlarında da aynı senaryo...

Tek sorun beceriksizlik mi? Bazen yanınızda futbol şansı da olmalı. Galatasaray ve Fenrbahçe'nin ikişer forvetli kadrolarına karşı Bobo, Nobre, Nihat, Holosko,Batuhan'ın varken ve bu kadar da pozisyona giriyorken bu kadar az gol atmak beceriksizlik olamaz!

İkinci yarı farklı olacak, ikinci yarı bence bambaşka ve her maçı bol gollü bir takım olacak.

Kim ne derse desin bu kadar kaosa rağmen hala ayakta ve yarışta olmayı başarabilen bir takım neden sezonu yine şampiyon tamamlamasın ki?

15 Aralık 2009 Salı

SORUN KAZIM'IN SIRTINDA !

Bir süredir Fenerbahçe'de devam eden sorunların sorumlusu bulundu; Kazım!

Kelepçeli seks partilerinin, arkadaşları yoldan çıkarmanın, disiplinsiz davranışların tek sorumlusu; Kazım. Bu kadar da değil Guiza'nın kaçırdığı gollerin, Semih'in sürekli yedek kalmasının, Roberto Carlos'un ciddiyetsizliğinin, Emre'nin hem agresif davranışlarının hem de sık sık sakatlanmasının sebebi de; KAZIM!!!

Fenerbahçe'de ne sorun varsa hepsinin adı; KAZIM!

Peki kim bu medyamızın ve çeşitli blogcuların üzerine gitmekten büyük zevk aldığı isim?

'86 doğumlu ve henüz sadece 23 yaşında. Londra'da doğup büyüdükten annesinin getirdiği yerlilikten ötürü transfer borsasında yer etmeye başlayıp, Fenerbahçe'de milli takıma kadar yükselmiş bir isim o.
Futbol dışı yaşantısı yüzünden artan baskılar sayesinde daha fazla Türkiye kariyerine devam edeceğini düşünmediğim bir isim o!

Peki bu, medyanın baskısı yüzünden kaybedilen kaçıncı yıldız oyuncu olacak? Hem ligin değerli olmasından bahsediyoruz hem de yıldızları ilk fırsatta göndermeye çalışıyoruz!!!

Anelka gitsin, Ortega da gitsin, Kezman bir daha gelmesin bile... Carew gitsin, Ricardinho da gitsin, Nihat bir daha gelmesin bile... Lincoln gitsin, Elano da gitsin, Nonda bir daha gelmesin bile..!

Yıldızların önce söndürülüp, sonra gönderilmesinden büyük zevk alanların yaşadığı bir ülkede bulunuyoruz. Özel hayat denen durumun futbolcular için yasak olduğu, futbolcuların bu yüzden gece dışarıda rahat rahat eğlenebilmek yerine otel odalarına ya da evlerine kelepçelendiği bir ülke burası!!!

İşte böyle bir ülke de biraz da Kazım'ı anlamak lazım. Ve Kazım'ı anlamak için biraz da sırtındaki yazılara bakmak lazım. Farkındamısınız bilmem ama geldiği günden bu yana, hatta kariyerine başladığından beri Kazım'ın formasında yazan isimler sürekli değişti.

Bir gün 'COLİN KAZIM RİCHARDS' yazdı, bir gün 'C. KAZIM R.', başka bir gün, 'COLIN KAZIM', bir diğer gün 'KAZIM KAZIM', bir başka gün ise 'KAZIM-RICHARDS'...
Bu böyle devam edeceğe benziyor ama biraz düşünün sadece formasındaki isimde bile sürekli değişime giden, yenilik arayan, kendini bulmaya çalışan 23 yaşında ve şöhretli-paralı bir gencin üzerine fazla gitmiyor musunuz?
Herkes biraz daha sakin,sabırlı olmalı ve Kazım'a destek çıkmalı!

Bu yazı umarım biraz da herkese bazı şeyleri hatırlatır çünkü sizin gibi linç kampanyasına katılsaydım, 16 Haziran 2008 Pazartesi akşamı,Çek Cumhuriyet'i zaferinin ertesi akşamı Cenevre'de Kazım'la, Marco Aurelio'nun neler yaptığını anlatırdım!!!

14 Aralık 2009 Pazartesi

BARCA'NIN THY KEYFİ

Pazar keyfimi yapmak için gazetelerimi aldığımda karşımda THY'nin Barcelona sponsorluğunu baş sayfalarda gördüm. Hem şaşırdım, hem de çok mutlu oldum.

Dünya'nın en önemli kulüplerinden biri olan ve hiç kuşkusuz son 3 yılın en popüler ve en başarılı takımı ünvanını elinde bulunduran Barcelona'nın sponsorlarından biri artık bir Türk markası!

İspanyollar çıkardıkları yaygarada haklılar, çünkü böylesine önemli bir gücün sponsoru neden biz olamadık diye kendi kendilerine sormaya başladılar.

THY yılda 3 milyon euro verecekmiş, versin, helali hoş olsun ve emin olsunlar bu senenin parasını iki gün içerisinde yaptıkları tanıtımla herşekilde çıkardılar!

Böyle reklama can kurban! 3 milyon euro vereceksin 2 günde tüm Dünya medyası senden bahsedecek, müthiş iş!
Barcelona'nın diğer sponsorlarına bakacak olursak; NIKE(sporun devi), AUDI(otomobilin devi), La Caixa(İspanyol banka devi), TV3(İspanyol televizyon devi), Estrella(İspanya'nın ve kalbimin bira devi!)

İspanyol medyası yaygarayı kopara dursun, bizim çocuklar Abu Dhabi'ye otel konforunda vardılar.


Barca'ya sponsor olmuş THY'nin, Barcelona'ya promosyonlu biletler çıkarması dileğiyle...!!!

11 Aralık 2009 Cuma

YAPMA FABIO !?!

İtalya'nın şahsına münhasır teknik direktörü işini iyi yapmasının dışında başka şeyleri de gayet iyi beceriyor.

Dünya'da milliyetçilik kavramının en yüksek olduğu ülkelerin başında yer alan İngiltere'nin en hassas olduğu konuda; futbolda, başta bulunan İtalyan Capello, dün akşam ülkenin ağzına öyle bir bal çaldı ki inamazsınız.


Fabio yaptığı açıklamada Dünya Kupası'nda İngiltere - İtalya finalini istediğini, tek zorlu kısmın milli marşların çalınacağı an olduğunu ve şampiyonluğu İtalya'yı yenerek kazanmanın tadının bambaşka olacağını söyledi!

Başka bir takımın başında aynı açıklamayı Fatih Terim yapsaydı?

CHRİSTMAS DERBİSİ !

Yeni yıl ve noel zamanı gelirken, parayı ne şekilde kazanacağını şaşırmış Dünya devleri yeni atılımlar yapmaya başladı.

Bunlardan en anlamlısı Manchester'ın iki büyük kulübü United ve City'nin yaşadığı ürün derbisi.

Her ikisi de noel şapkalarını piyasasaya sürerken, pazarlamasını da antermanlarda futbolculara giydirerek yapıyorlar.

Fiyatlar 6 pound, almak isteyenlere duyurulur.

10 Aralık 2009 Perşembe

OBJEKTİFİME TAKILANLAR

SONUN BAŞLANGICI
HERŞEYE RAĞMEN TRİBÜN DESTEĞİ
DEVRE ARASI DROGBA KEYFİ
DOPİNGLİLER TRİBÜNDE
RUSLARIN İSTANBUL AŞKI; BİZİM İÇİN MOSKOVA ONLAR İÇİN BURASI MUHTEŞEM DEPLASMAN!
ÇİMLERE BAKIM İÇİN HALK SAHADA!!! 3 TANE ŞAMPİYONLAR LİGİ YELEĞİ VE EŞOFMAN AYARLAYAMADINIZ MI? YAKIŞMADI!!! CİDDEN NE KONUŞTUNUZ BE İBO?
KRASIC OYUNDAN ÇIKTIĞI İÇİN HİÇ DE MUTLU DEĞİLDİ; HALBUKİ İBO'YLA NE GÜZEL SOHBET EDİYORLARDI!!!
NOBRE'DEN ANCAK SU SATICISI OLUR!

7 Aralık 2009 Pazartesi

YEME BENİ CARLOS!

Ne zamandır yayınlamayı düşündüğüm Roberto Carlos yazısının sanırım artık vakti geldi!

Şu günlerde Fenerbahçe'nin durumu malumunuz. Giren belli değil çıkan belli değil,Dingo'nun ahırına dönmüş bir takım ve Osmanlı'daki Lale Devri gibi zevk-i sefanın alabildiğince koptuğu bir ortam. Böyle giderse Lale Devri'nin sonundan farksız olmayacak Fenerbahçe'nin hali!

İşte kral dairelerinde, gece kulüplerinde, çift katlı-havuzlu müstakil dairelerdeki kelepçeli partilerin sonu yavaş yavaş çorap söküğüne döndü.

Zaten bu ortamdan sıyrılmak için hergün tanrıya dua eden Roberto Carlos için de bulunmaz bir fırsat bu.

Beyimiz iki hafta sonra Türkiye'den ayrılıyor. Büyük bir yayagarayla gelmişti, CNN Internatıonal'da spor haberlerinde manşetteydi transfer, onbinlerce euroluk forma sattırdı.

Futboluyla olmasa da kaş-göz hareketleri, cambazlıklarıyla Fenerbahçelilerin sevgilisi olurken, rakip oyunculara, hatta hakemlere yaptığı saygısızlıklar,aşağılayıcı davranışlarla da diğerlerinin tepkisini çekti! Özellikle de son Galatasaray maçında Keita'yı çıldırtıp, kendini yere attıktan sonra 'masör öpücüğüyle' ayağa kalktıktan sonra benim için bitmişti!( Bakınız http://golcusansi.blogspot.com/2009/10/masor-opucugu.html )
Biz frikiklerden müthiş goller beklerken, o duran toplarda hep sert vurup, seken toplara arkadaşlarım vursunlarla idare etti.

Artık veda zamanı... Roberto Carlos ülkesine kısmetse gidecek. Gidecek ama ortada enteresan bir durum var! Bu gidişin sebebi Carlos'un futbolu ülkesinde bırakmak istemesi ve Ronaldo'yla birlikte oynamak istiyorum demesi!

Ronaldo ki sadece sakatlıklar yüzünden değil, alemleri yüzünden kariyerini noktalamak zorunda kalmış ve bu yüzden Corinthians'la idare etmeyi yeğlemiş bir topçu!
İşte ne olduysa alemci Ronaldo ülkesine döndükten sonra oldu... Adriano futbola küsüp ayaklarını kuma basıp, plajda takılmak için İnter'i bıraktı, Ronaldinho tepetaklak olup Milan'a gönderildi ve saç-baş yoldurmaya başladı ve Roberto Carlos 'Ronaldo'yla oynamamız lazım' diye tutturdu!!!

Brezilya'da futbol sezonu bitti, Yaz sezonu başladı... Karnaval, plaj, parti, salsa zamanı! Ve Carlos için de daha iyi bir zamanlama düşünülemez!

Roberto'nun anlattıklarına ancak kuşlar inanır.

Ronaldo'yla birlikte oynamak mı? YEME BENİ CARLOS!

İTALYAN RUHU!

Son yazımda haftasonu İtalyan ateşinin futbolu fena yakacağını ve kaçırmamanız gerektiğini yazmıştım.

Hem Juventus - İnter, hem Milan - Sampdoria, hem de Roma - Lazio maçlarıyla ilgili yazacak o kadar şey olmasına rağmen ben başka bir maçla başlayayım dedim haftaya.

Çünkü bu maç az önce bahsettiğim önemi çok çok fazla olan maçların hemen önüne geçti benim için.

Ascoli - Reggina maçı kimsenin dikkate almadığı bir maçtı. Maçın ortalarında Reggina'lı bir oyuncu sakatlandı ama Ascoli'liler bütün uyarılara rağmen durmadı ve golü attı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu ve herkes golü atanla, asist yapan futbolcunun üstüne yürüdü.

Teknik direktörler, futbolcular uzun uzun tartışlar.

Sonuçta Reggina santra yaptıktan sonra oynamayan Ascoli'lilerin yanından yürüyerek golü yaptılar ve skor 1-1 oldu!

Maç sonucu mu? Ascoli:1 - Reggina:3

Yaşasın İtalyan ruhu!

3 Aralık 2009 Perşembe

BU HAFTA İTALYA

Geçen hafta 'El Clasico'nun ateşi tüm dünyayı sararken, zaten İngiltere ve İspanya'nın gölgesinde kalmış Serie A'nın iyiden iyiye popularitesi sekteye uğradı.

Tıpkı formsuz bir dönem geçiren topçuların yeniden açılması gibi, belki de Serie A için de yepyeni bir başlangıç olabilir bu hafta...

Neden mi?

Çünkü bu hafta tıpkı iki hafta önce bizim ligde olan durumun aynısı İtalya'da olacak. Hatırlarsınız '7' puan farkla önde giden Fenerbahçe, deplasmanda Beşiktaş'a konuk olmuştu. Beşiktaş yenilse puan farkı '10'a çıkacak ve çok büyük bir yara alacaktı; ama olmadı!

İşte bu hafta çizmede de böyle bir durum var. Lider İnter deplasmanda tıpkı Fenerbahçe gibi siyah-beyazlı bir ekibe, Juventus'a, deplasmanda konuk olacak ve tıpkı iki hafta önceki Fenerbahçe gibi İnter'de '7' puan farkla önde!

İşte tam burda işin içine Turk medyası girebilir; yaygaralar kopartılabilir. İnter yenerse bu iş biter fark '10' olur sonra kapanmaz bu fark! Ya da 'Bu Juventus'un son şansı' naraları atılabilir!!!

Ne Juve yenilse dağılır, ne İnter yenerse şampiyon olur. Kaldı ki Barcelona ve Fiorentina maçlarında izlediğimiz formsuz İnter'in, Torino'dan üç puanla dönebileceğini zannetmiyorum. Hele hele adamım Alessandro yine, yeni, yeniden onlara bilenmişken! Juve yener, işler karışır!

Seria A'nın parlayacak olmasının iki ayrı nedeni daha var bu hafta!

Dünya'nın en kanlı bıçaklı derbilerinden, bir galibiyetten çok daha farklı anlamlar taşıyan bir maç; Roma - Lazio!!!
Her ne kadar Lazio çok formsuz bir sezon geçirse, Totti gollerine devam etse de, bu maç Roma için hiç kolay olmayacak! Bol kırmızı kartlı, olaylı bir derbi Serie A'yı günlerce gündemde tutabilir!!!

Ve son olarak Milan - Sampdoria maçı. Biri ikinci, diğeri dördüncü ve rakipleri birbirleriyle oynayacaklar. şöyle bir düşünsenize hem Milan, hem de Sampdoria için sadece üç puanlık bir maç olabilir mi bu?

Premier League ve La Liga'nın fanatiği blogcuları Serie A'da görebilmek dileğiyle...

2 Aralık 2009 Çarşamba

ACHTUNG HERTHA !

Almanya ve özellikle Berlin denince biz Türklerin aklına hep soğuk, karmaşık, karanlık ve itici bir şehir gelir. Hepimiz burun kıvırırız Berlin'e.

Aslında pek bir hareketli, enteresan ve çekici bu şehrin 1892'de kurulmuş ve Dünya futbolunda ayrı bir öneme sahip olan bir futbol takımı var; HERTHA BERLİN.

İşte o 1892'de kurulmuş Hertha belki de tarihinin en karanlık sezonlarından birini yaşıyor!

Bundesliga başlayalı tam 14 hafta oldu ve bunca zamandır sadece 1 galibiyet alabildiler!

Geçen sene şampiyonluğa oynayan, Berlinlilere keyiften fazladan biralar içirten Hertha bu sene aynı işi kederden yaşatıyor. Bu hafta deplasmandaki Schalke ve önümüzdeki hafta Olimpiyat Stadı'ndaki lider Leverkusen'le olan maçlarından da sıfır çekmeleri muhtemel!

Şöyle bir Avrupa'nın diğer önemli başkentlerinin kendi adını taşıyan takımlarını düşünsenize; Real Madrid, Roma, Ajax Amsterdam, Paris St. Germain... Hangi biri Hertha'nın düştüğü bu berbat duruma düştü?
Eğer böyle devam ederlersezaten kasvetli olan Olimpiyat Stadyumu tam bir eziyet alanına dönüşecek.

Hertha uçurumdan aşağı çok fena yuvarlanıyor ve çakılmak üzereler!

Berlin duvarının yıkılışının 20. yılında sevinçlerini tüm Dünya'ya haykıran başkentliler için tarifi mümkün olmayan utanç verici bir durum değil mi bu?

1 Aralık 2009 Salı

ZATEN OLAMAZSIN

Dün akşam bir süredir ortalıklarda gözükmediği için rahat ettiğimiz Bülent Uygun yeniden televizyon ekranlarındaydı. Hem de NTV'de prime timeda.
Sivasspor'la yakaladığı iki senelik şöhretin verdiği rahatlıkla bol keseden hayallerini aktardı ekran başındakilere.
Bütün konuştuklarının içerisinde bir tanesi vardı ki bugün NtvSpor'da başlığa taşınmış; 'Türkiye'de FERGUSON olunmaz!'.
Bu nasıl bir bilgi birikimidir, bu nasıl bir dünya görüşüdür inanılır gibi değil. Bahsettiği kişi Alex Ferguson... Yani dünya futbol tarihinin belki de en kariyerli teknik direktörü. Belki de türünün tek örneği... Bir teknik direktör değil bir ilah! Ve bu ilahın Türkiye dışında herhangi bir yerde olunulabileceğini savunuyor.

Bülent Uygun konuyu anlamamış, kavramamış, konudan uzak. Tıpkı yurt dışındaki gazetelerin internet sitelerinden kopya haberleri sayfalarına taşıyan blogcular gibi Dünya çapında birilerinden bahsedince prim kazanacağını zannedenlerden.

Alex Ferguson olamazsınız... Alex Ferguson başka birşeydir, anlatamazsınız.

Hadi bıraktım Ertuğrul Sağlam'ların, Rıza Çalımbay'ların Beşiktaş'lardan, Bülent Korkmaz'ların Galatasaray'lardan, Rıdvan Dilmen'lerin Fenerbahçe'lerden gönderilmesini; Mourinho'lar Chelsea'lerden ayrılırken, Ancelotti'ler Milan'larda tutunamazken, Scolari'ler Özbekistan yolunu tutarken, Del Bosque'ler Real Madrid'lere veda ederken hangi biri 'burada Alex Ferguson olunmaz' dedi?
Futbolculuk zamanında kendi oynadığı takım tribünlerinde bile yeterince sempatik bulunmayan birisi için sadece rüyada görülebilecek bir hayalin, gerçekleşmeyecek olması bu ülkenin suçu mudur?

Geçen yıl yedek kulübelerini tekmeleyen, camlarını kıran, maç sonu hakemlerin üstüne yürüyen ve bu sene de Sivasspor'u bu hale getirip, gemi batmadan kaçıp giden biri bu ülkenin futbolu için koca bir soru işareti değil midir?

Anlamadığım olaysa Ertuğrul Sağlam'ın, Rıza Çalımbay'ın, Ziya Doğan'ın, Raşit Çetiner'in, Bülent Korkmaz'ın, Ersun Yenal'ın kuyularının ilk fırsatta kazıldığı bu ülkede nedir bu Bülent Uygun desteği?

Alex Ferguson mu?... ZATEN OLAMAZSIN!

BRAVO MİGUEL

Cumartesi akşamıydı, akşam yemeğinden önce otele gidip, üst baş değiştirip havayı solumak lazımdı.

Formalı atkılı Katalanlar, Japonlar, Amerikalılar, İsveçliler çoktan sokaklardaydı ve maçın başlamasına sadece 24 saat vardı!

Catalunya'nın göbeğinden El Born'a gitmek üzere bindiğimiz taksinin şöförü Miguel'le derin bir sohbet başladı çat pat İspanyolcamla!!!

Maç noolur konuşmalarının başladığı dakikalarda Miguel'de kapıyı '5' olurdan açtı.

Sonra işi ciddi futbol konuşmasına döndürüp 'gerçekten ne olur?' diye sorduğumda, aynen şu cevabı verdi; 'Aslında gönlümden 3 geçiyor, skoru bilemem ama kesin kazanırız, bir de İBRA mutlaka gol atacak!'

26 Kasım 2009 Perşembe

EL CLASICO'YA GİTTİM DÖNÜCEM...


Bayram tatili sebebiyle bir süre Catalunya'dayım... Malum 'EL CLASICO' zamanı... İYİ BAYRAMLAR...

23 Kasım 2009 Pazartesi

BİR 'DELİ'NİN ANATOMİSİ

Uzun zamandır hasret olduğumuz güzellikte bir derbi haftası sona erdi. Beşiktaş hem çok iyi futbolu, hem de birbirinden güzel golleriyle attığından daha fazlasını kaçırarak Fenerbahçe'yi mağlup etti.

Ortada 3-0'lık farklı bir skor olmasına rağmen, skorun dışında da büyük farklar vardı iki takımın arasında.

Mesela savunma farkı; Beşiktaş'ın son 7 maçta sadece 1 gol yediğinin farkında mısınız?

Mesela orta saha farkı; Ernst-Fink ikilisi hem durdurdular, hem de her fırsatta vurdular. Geçen hafta Ernst Trabzon'a, bu hafta da Fink Fenerbahçe'ye vurdu.

Mesela forvet farkı; Bobo'nun Volkan aşkı konusunda ayrı bir yazı yazılmalı. Bu onun Fenerbahçe'ye attığı altıncı golü oldu.

Mesela taraftar farkı; Beşiktaş taraftarı kendinden bile farklıydı bu maçta.

Bütün bunların dışında en önemli fark; İbrahim Üzülmez'di.

1994 yılında Kadir Akbulut'un futbolu bırakmasıyla sarsıntılı dönemler yaşayan Beşiktaş'ın sol bek mevkii, milenyuma girilmesiyle birlikte İbrahim Üzülmez'le tarifi zor bir 10 yıl yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.

Türk futbol tarihinde adı altın harflerle yazılmasa da hiç bir zaman unutulmayacak kadar enteresan bir topçu İbrahim Üzülmez.

Del Bosque'lerden Daum'lara, Ertuğrul Sağlam'lardan Rıza Çalımbay'lara kadar kimler geldi kimler geçti ama hiç birisi ondan bir türlü vazgeçemedi. Terim'ler, Şenol Güneş'ler köşeye sıkıştıklarında hep ona sarıldı milli takımda.

Yıllar onu çok değiştirdi. Evet belki bir türlü orta yapmayı öğrenemedi, fiziksel olarak doğasında olan kondisyonu kullanmakla yetindi ama farkında mısınız İbrahim Üzülmez mental olarak inanılmaz gelişti.

Eskiden sadece 'önümüzdeki maçlara bakacağız' klasik cümleleriyle yetinen 'DELİ', şimdi gayet 'AKILLI' açıklamalarıyla yaptığı asistlerden daha fazla beni şaşırtmaya devam ediyor.

'Orta yapabilseydim Real Madrid'de oynardım' şeklinde başlayan bomba açıklamalarına, 'Solla yaptığım ortalar gol olmadı, sağla salladım gol oldu' açıklamasıyla bir yenisini ekleyen İbrahim Üzülmez, Manchester United maçı öncesi Salı günü Old Trafford'da düzenlenecek Şampiyonlar Ligi basın toplantısında dünya medyasının karşısına çıkmayı çoktan haketti!

Son bir kaç sezondur maçlara giderken sadece Beşiktaş'ı değil, özellikle 'DELİ'yi izlemeye gidiyorum İnönü'ye. Özel seyircisiyim! Fantastik hareketleri, kendiyle didişmesi ve 'raket(!)' gibi sol ayağıyla emsalsiz bir örnek o.

Onun gibisi gelmedi gelemez. Umarım önümüzdeki on yıl Beşiktaş'da sol bekin yeni varisi olarak gösterilen İsmail Köybaşı 'Profesyonellik' dışında 'Deli'den fazla birşey kapmaz!

Bunca yıldır Türkiye'nin en köklü kulübünün sol beki olan 'Deli İbrahim' kariyerindeki unutulmaz maçlara bir yenisini daha ekledi Cumartesi günü.

Zaten diğer unutulmaz maçları; Overmars'a hayatı zindan ettiği Barcelona maçı ve yüzüncü yılda Galatasaray'a sağ ayakla gol attığı maç!

1993'de başlayan koskoca 17 yıllık futbol kariyerine sığdırılan sadece 3 unutulmaz maç!

Bunu ancak kim başarabilirki? Tabii ki 'DELİ' !

20 Kasım 2009 Cuma

DERBİ; NE OLUR? NE OLMAZ?

Ne olur, ne olmaz bir çok şey yazabilirdim ama son günlerdeki Türk sporunun durumu canımı sıkıyor!

O yüzden bir kere de DOSTLUK KAZANSIN...!!!

Skor mu? Beşiktaş :2 - Fenerbahçe :1

İyi haftasonları

19 Kasım 2009 Perşembe

YÖNETMEN BASKISI

Hayatımız baskı üzerine kurulu.

İnsanlar sürekli birbirlerine baskı yapıp kendi istedikleri sonuca ulaşmaya çalışıyorlar.

Her yerde, her çeşit baskı var; Gazete baskısı, mahalle baskısı, patates baskısı vs... Bütün bunlar yetmezmiş gibi şimdi bir de 'Yönetmen baskısıyla' tanıştık.

Dün akşam oynanan ve nefesleri kesen Fransa - İrlanda maçındaki ne oyunla ne de Henry'nin elinin kirlettiği tur vizesiyle ilgili de herhangi birşey söylemeyeceğim.

Hatta bundan nemalanmaya çalışan blog yazarlarına da hiç bulaşmayacağım. Tur turdur. Çünkü aynı şekilde Türkiye turu elde etseydi 'Tanrının eli' derlerdi!

Aslında dün akşam ortada, çok konuşulması gereken farklı bir durum vardı.

Hatırlarsınız Euro 2008'de stadlardaki dev ekranlardan maç yayını yapılırken, taraftarlar, futbolcular, teknik direktörler kendilerini ekranda görür görmez farklı pozlara bürünüyordu.

İşte dün akşam da Stade De France'da bunun farklı bir boyutu yaşandı.

Maçı yayınlayan ekibin yönetmeni mevzuya uyanmış. Herkesin gözünün staddaki o dev ekranlarda olduğunun gayet farkındaydı.

Özellikle İrlanda'nın öne geçmesiyle Fransa'nın zorlandığı, gol sıkıntısı çektiği dakikalarda ekranda sürekli yedek kulübesindeki Benzema'yı gösterdi. Hatta maçın sonlarına doğru Malouda'nın oyuna girdiği anda bile hala onu göstermeye devam etti.

Şöyle bir düşünün. Teknik direktör sizsiniz, takımınız mağlup, kendinize göre planlarınız var, stratejinizi uygulamaya çalışıyorsunuz ama orda işi yayıncılık yapmak olan birisi, ekranlarda oyuna girmesini istediği oyuncuyu sürekli hem size hem de staddakilere göstererek baskı yapıyor ve sizi bütün Dünya'ya şikayet ediyor.

Futbol dünyasında yakında patlak verebilecek önemli bir sorun değil mi bu?

Bu kadar yoğun bir baskıya, her ne kadar beğenmesem de, Domenech'in gösterdiği bu muhteşem direnişi ayakta alkışlamak gerekmez mi?

18 Kasım 2009 Çarşamba

SERGENEKON

Son zamanlarda aklımı meşgul eden önemli bir soru var : Mustafa Denizli neden Sergen Yalçın'ın yorumlarından rahatsız oluyor?

Futbolumuzun en yetenekli ve Beşiktaş için efsane olan oyuncularından Sergen Yalçın futbol hayatından sonra televizyon hayatında bir süredir.
Ntvspor'da gün geçtikçe kendini daha fazla izlettiren ve yorumcu dünyasında, Rıdvan Dilmen'in ratinglerine göz diken bir isim o...

Geçtiğimiz hafta Mustafa Denizli özellikle Sergen'in yaptığı yorumlara dikkat etmesini, kendisinin de yorumcu olmasına rağmen aynı kulüpte antrenör olduğunu ve ayağını denk alması gerektiğini söylemişti.

Hatta 'Çizmeyi aşarsa onu o çizmeye koyarım' sözü uzun süre konuşulur.

Sergen özellikle Beşiktaş'la ilgili yaptığı yorumlarda herkesten daha sert, daha çarpıcı ve daha gerçekçi. Aslında belki de esas sorun buradan kaynaklanıyor.

Bu tarzda doğru yorumlar yapan ve gelecekte o kulüpte birgün mutlaka teknik direktör olacağı gün gibi aşikar olan birine yapılmış büyük bir haksızlık değil mi bu?

Mustafa Denizli'nin kendisini yıkmaya çalışanlara karşı durmasını anlayabilirim. Ancak kulübün menfaatleri için gerçekleri sebepleriyle söylemekten çekinmeyen ve hatta faydalanabileceği kişilere karşı daha anlayışlı olmasını beklerim.

Mustafa Denizli'nin yorumlarına bakınca kendisi için büyük bir özenle hazırlanmış 'sözde' darbe planını çökertmeye çalışan bir savcı görüyorum.

Bu olsa olsa 'Ergenekon' değil 'SERGENEKON' olur.