26 Kasım 2009 Perşembe

EL CLASICO'YA GİTTİM DÖNÜCEM...


Bayram tatili sebebiyle bir süre Catalunya'dayım... Malum 'EL CLASICO' zamanı... İYİ BAYRAMLAR...

23 Kasım 2009 Pazartesi

BİR 'DELİ'NİN ANATOMİSİ

Uzun zamandır hasret olduğumuz güzellikte bir derbi haftası sona erdi. Beşiktaş hem çok iyi futbolu, hem de birbirinden güzel golleriyle attığından daha fazlasını kaçırarak Fenerbahçe'yi mağlup etti.

Ortada 3-0'lık farklı bir skor olmasına rağmen, skorun dışında da büyük farklar vardı iki takımın arasında.

Mesela savunma farkı; Beşiktaş'ın son 7 maçta sadece 1 gol yediğinin farkında mısınız?

Mesela orta saha farkı; Ernst-Fink ikilisi hem durdurdular, hem de her fırsatta vurdular. Geçen hafta Ernst Trabzon'a, bu hafta da Fink Fenerbahçe'ye vurdu.

Mesela forvet farkı; Bobo'nun Volkan aşkı konusunda ayrı bir yazı yazılmalı. Bu onun Fenerbahçe'ye attığı altıncı golü oldu.

Mesela taraftar farkı; Beşiktaş taraftarı kendinden bile farklıydı bu maçta.

Bütün bunların dışında en önemli fark; İbrahim Üzülmez'di.

1994 yılında Kadir Akbulut'un futbolu bırakmasıyla sarsıntılı dönemler yaşayan Beşiktaş'ın sol bek mevkii, milenyuma girilmesiyle birlikte İbrahim Üzülmez'le tarifi zor bir 10 yıl yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.

Türk futbol tarihinde adı altın harflerle yazılmasa da hiç bir zaman unutulmayacak kadar enteresan bir topçu İbrahim Üzülmez.

Del Bosque'lerden Daum'lara, Ertuğrul Sağlam'lardan Rıza Çalımbay'lara kadar kimler geldi kimler geçti ama hiç birisi ondan bir türlü vazgeçemedi. Terim'ler, Şenol Güneş'ler köşeye sıkıştıklarında hep ona sarıldı milli takımda.

Yıllar onu çok değiştirdi. Evet belki bir türlü orta yapmayı öğrenemedi, fiziksel olarak doğasında olan kondisyonu kullanmakla yetindi ama farkında mısınız İbrahim Üzülmez mental olarak inanılmaz gelişti.

Eskiden sadece 'önümüzdeki maçlara bakacağız' klasik cümleleriyle yetinen 'DELİ', şimdi gayet 'AKILLI' açıklamalarıyla yaptığı asistlerden daha fazla beni şaşırtmaya devam ediyor.

'Orta yapabilseydim Real Madrid'de oynardım' şeklinde başlayan bomba açıklamalarına, 'Solla yaptığım ortalar gol olmadı, sağla salladım gol oldu' açıklamasıyla bir yenisini ekleyen İbrahim Üzülmez, Manchester United maçı öncesi Salı günü Old Trafford'da düzenlenecek Şampiyonlar Ligi basın toplantısında dünya medyasının karşısına çıkmayı çoktan haketti!

Son bir kaç sezondur maçlara giderken sadece Beşiktaş'ı değil, özellikle 'DELİ'yi izlemeye gidiyorum İnönü'ye. Özel seyircisiyim! Fantastik hareketleri, kendiyle didişmesi ve 'raket(!)' gibi sol ayağıyla emsalsiz bir örnek o.

Onun gibisi gelmedi gelemez. Umarım önümüzdeki on yıl Beşiktaş'da sol bekin yeni varisi olarak gösterilen İsmail Köybaşı 'Profesyonellik' dışında 'Deli'den fazla birşey kapmaz!

Bunca yıldır Türkiye'nin en köklü kulübünün sol beki olan 'Deli İbrahim' kariyerindeki unutulmaz maçlara bir yenisini daha ekledi Cumartesi günü.

Zaten diğer unutulmaz maçları; Overmars'a hayatı zindan ettiği Barcelona maçı ve yüzüncü yılda Galatasaray'a sağ ayakla gol attığı maç!

1993'de başlayan koskoca 17 yıllık futbol kariyerine sığdırılan sadece 3 unutulmaz maç!

Bunu ancak kim başarabilirki? Tabii ki 'DELİ' !

20 Kasım 2009 Cuma

DERBİ; NE OLUR? NE OLMAZ?

Ne olur, ne olmaz bir çok şey yazabilirdim ama son günlerdeki Türk sporunun durumu canımı sıkıyor!

O yüzden bir kere de DOSTLUK KAZANSIN...!!!

Skor mu? Beşiktaş :2 - Fenerbahçe :1

İyi haftasonları

19 Kasım 2009 Perşembe

YÖNETMEN BASKISI

Hayatımız baskı üzerine kurulu.

İnsanlar sürekli birbirlerine baskı yapıp kendi istedikleri sonuca ulaşmaya çalışıyorlar.

Her yerde, her çeşit baskı var; Gazete baskısı, mahalle baskısı, patates baskısı vs... Bütün bunlar yetmezmiş gibi şimdi bir de 'Yönetmen baskısıyla' tanıştık.

Dün akşam oynanan ve nefesleri kesen Fransa - İrlanda maçındaki ne oyunla ne de Henry'nin elinin kirlettiği tur vizesiyle ilgili de herhangi birşey söylemeyeceğim.

Hatta bundan nemalanmaya çalışan blog yazarlarına da hiç bulaşmayacağım. Tur turdur. Çünkü aynı şekilde Türkiye turu elde etseydi 'Tanrının eli' derlerdi!

Aslında dün akşam ortada, çok konuşulması gereken farklı bir durum vardı.

Hatırlarsınız Euro 2008'de stadlardaki dev ekranlardan maç yayını yapılırken, taraftarlar, futbolcular, teknik direktörler kendilerini ekranda görür görmez farklı pozlara bürünüyordu.

İşte dün akşam da Stade De France'da bunun farklı bir boyutu yaşandı.

Maçı yayınlayan ekibin yönetmeni mevzuya uyanmış. Herkesin gözünün staddaki o dev ekranlarda olduğunun gayet farkındaydı.

Özellikle İrlanda'nın öne geçmesiyle Fransa'nın zorlandığı, gol sıkıntısı çektiği dakikalarda ekranda sürekli yedek kulübesindeki Benzema'yı gösterdi. Hatta maçın sonlarına doğru Malouda'nın oyuna girdiği anda bile hala onu göstermeye devam etti.

Şöyle bir düşünün. Teknik direktör sizsiniz, takımınız mağlup, kendinize göre planlarınız var, stratejinizi uygulamaya çalışıyorsunuz ama orda işi yayıncılık yapmak olan birisi, ekranlarda oyuna girmesini istediği oyuncuyu sürekli hem size hem de staddakilere göstererek baskı yapıyor ve sizi bütün Dünya'ya şikayet ediyor.

Futbol dünyasında yakında patlak verebilecek önemli bir sorun değil mi bu?

Bu kadar yoğun bir baskıya, her ne kadar beğenmesem de, Domenech'in gösterdiği bu muhteşem direnişi ayakta alkışlamak gerekmez mi?

18 Kasım 2009 Çarşamba

SERGENEKON

Son zamanlarda aklımı meşgul eden önemli bir soru var : Mustafa Denizli neden Sergen Yalçın'ın yorumlarından rahatsız oluyor?

Futbolumuzun en yetenekli ve Beşiktaş için efsane olan oyuncularından Sergen Yalçın futbol hayatından sonra televizyon hayatında bir süredir.
Ntvspor'da gün geçtikçe kendini daha fazla izlettiren ve yorumcu dünyasında, Rıdvan Dilmen'in ratinglerine göz diken bir isim o...

Geçtiğimiz hafta Mustafa Denizli özellikle Sergen'in yaptığı yorumlara dikkat etmesini, kendisinin de yorumcu olmasına rağmen aynı kulüpte antrenör olduğunu ve ayağını denk alması gerektiğini söylemişti.

Hatta 'Çizmeyi aşarsa onu o çizmeye koyarım' sözü uzun süre konuşulur.

Sergen özellikle Beşiktaş'la ilgili yaptığı yorumlarda herkesten daha sert, daha çarpıcı ve daha gerçekçi. Aslında belki de esas sorun buradan kaynaklanıyor.

Bu tarzda doğru yorumlar yapan ve gelecekte o kulüpte birgün mutlaka teknik direktör olacağı gün gibi aşikar olan birine yapılmış büyük bir haksızlık değil mi bu?

Mustafa Denizli'nin kendisini yıkmaya çalışanlara karşı durmasını anlayabilirim. Ancak kulübün menfaatleri için gerçekleri sebepleriyle söylemekten çekinmeyen ve hatta faydalanabileceği kişilere karşı daha anlayışlı olmasını beklerim.

Mustafa Denizli'nin yorumlarına bakınca kendisi için büyük bir özenle hazırlanmış 'sözde' darbe planını çökertmeye çalışan bir savcı görüyorum.

Bu olsa olsa 'Ergenekon' değil 'SERGENEKON' olur.

17 Kasım 2009 Salı

GİSELE VURURSA GOL OLUR

Eskiler hep söylerdi iyi vurursan gol olur diye.

Benim için bu hep geçerli değildi. Top genelde önüme düşerdi, ben de kaleye yuvarlardım. İyi vurmamın o kadar da önemi yoktu.

Maçlarda da spikerlerin en sevmediğim lafıdır; iyi ortalarsa gol olur(!) lafı. Hatta hatta 'kim vursa gol olur, Hakan Şükür vurdu veeeee aut' anlatımları zihnimden çıkmıyor.

Gisele de Arsenal için vurmuş... Bence iyi vurmuş... Gol olsun olmasın, hep vursun...

CHELSEA HAZIR; BİZ DE!

2000'li yıllara yaptığı transferle damgasını vurmayı başardı Chelsea.
Hatta işi o kadar abarttılar ki, transfer yasağı bile yediler.

Sonunda yasakları kalktı ve sezon başında flaş transfer yapmayan Chelsea bombayı patlatmaya hazırlanıyor.

Devre arasında Aguero 42 milyon poundluk bir teklifle adaya uçuyor.

Çok param olursa naparım sorusunun cevabı; SAÇARIM...

16 Kasım 2009 Pazartesi

MES QUE UN CLUB

Büyük kulüplerle diğerlerini ayıran fark nedir? Bütçeleri mi?... Taraftarları mı?... Başarıları mı?...

Bunların hepsi olabilir, ortadaki en önemli gerçek ise bu kulüplerin büyüklüklerini devam ettirebilmek için sürekli çok çalışmaya devam etmeleri!

Futbol tarihinin değişilmez kulüplerinden Barcelona özellikle son yıllarda istikrarlı bir şekilde başarılara imza atmaya devam ediyor. Bu başarıları gelmesiyle de yetinmeyip yeni başarılar için sürekli bir çalışma içerisindeler.

Özellikle Real Madrid'li taraftarların önemli bir tezi vardır İspanya'da. Tek büyük ve gerçek bir kulüp vardır; o da Real Madrid. Barcelona mı? Sadece bir pazarlama harikasıdır onlar için!

Belki de sırf bu yüzden Camp Nou'de 'Mes que un club' yani 'bir kulüpten daha fazlası' yazar.

İşte o Barcelona bu yıl da önemli başarılara imza atabilmek için o muhteşem kadrosunu, 'bir kadrodan daha fazlası' haline getirebilmek için yoğun bir uğraş veriyor!

Devre arasında sene başında Real'den yedikleri transfer gollerinin telafisini sansasyonel transferlerle gölgede bırakmayı planlıyorlar.

Bunlardan en önemlisi eski bir Real'li Robinho.

Artık transfer neredeyse kesinleşti gibi. Robinho'nun Barca'yı ne kadar istediğini sağır sultan bile duydu. E tabi İspanyol basını da bu ilgiyi geri çevirmeyip formayı Robinho'nun üstüne geçiriverdi. Hem de 7 numarayla birlikte.

Peki Barca'nın bombaları bu kadar mı? Tabii ki hayır. Devre arasında Cesc Fabregas'da Camp Nou'da olucak. Transfer o kadar netki; Yaya Toure ve Bojan Arsenal'e giderken, Cesc ülkesinin yolunu tutacak.

Bütün bunların sonucunda 4-3-3 oynayan Barca'nın orta sahasının Xavi-Fabregas-İniesta, forvetlerinin de Robinho-İbrahimovic-Messi olacağını düşünmek insanı şimdiden heyecanlandırıyor.

Bu transfer gollerine Real'in de sessiz kalamayacağını düşünürsek; ortalık Ocak'da çok fena karışacak.

12 Kasım 2009 Perşembe

MARKETİNG DÜNYASINA ARMAĞANIMDIR!

Haftasonunda oynanan ve herkesin konuştuğu 5-5’lik Lyon - Marsilya maçından sonra dost çevresinde fazlasıyla konuşulan konulardan biri de, penaltı atışı sırasında örümcek kameranın yakaladığı görüntülerdi.

Aslında ilk başta sahanın tam üstünde yer alan bu örümcek kameralar özellikle geçen sene Milan ve İnter’in maçlarında futbolcu seviyesine kadar inmeye başladı.

İşte bu yüzden haftasonundaki maçta penaltı atışını izlerken kendimizi video oyunlarındaymış gibi hissettik.

Siyah-beyaz televizyonlarda maç izlediğim zamanları ve sonrasını da çok net hatırlarım. Tek kameralı çekimler olurdu, pozisyon tekrarını izlemek için o tek açının yavaşlatılmış halini ekranın köşesinde kocaman bir ‘R’ harfiyle izlerdik.

Sonra hayatımıza kale arkası kameraları girdi. Bunu takiben ters açı kameraları, ofsayt kameraları, kale çizgisi kameraları derken örümcek kameraya kadar ulaştık.

İşin farklı bir boyutuna bakmak gerekirse özellikle bütün seyircilerin rahatlıkla gördüğü bu örümcek kameralar iyi bir pazarlama mecrası ve güzel bir reklam alanı olabilir.

Şöyleki; bütün maç boyunca sürekli gezinen ve aşağı yukarı hareket halinde olan bu kameranın üzerine ışıklı reklam platformu ya da lazerli bir markalama gerçekleştirilemez mi?

Neden olmasın?

Önümüzdeki Dünya Kupası’nı düşünürsek özellikle her organizasyonda bir yeniliğe imza atmayı adet haline getirmiş Fifa ve Uefa için bu belki de bulunmaz bir fırsat!

11 Kasım 2009 Çarşamba

DEVLER LİGİ ADAY KADROSU


Acun Ilıcalı'nın kariyer öyküsü içerisinde başarılı bir uyarlama Devler Ligi...

Uzun zamandır görmediğimiz, belleklerimizin dipsiz kuyusuna düşen bir zamanların şöhretleri, yeni emekli olmuş futbolcularla birlikte top koşturuyorlar.

Sergen'nin estetik hareketlerini, Van Hooijdonk'un sert şutlarını tekrar görmek müthiş.

Aslında enteresan ve özlediğim futbolcularda var aralarında... Mesela Kemalettin... Bir futbolcu sahaya çıktığında hep mi arıza yaratır? Mesela Ali Eren... Halı sahada da gölgesine tekme mi atar insan? Mesela Saffet Sancaklı... Bir insan futbolcu görüntüsünden bu kadar mı uzak olur?

Bütün bunlar 80'li ve 90'lı yıllardaki Edirne sınırının dışına çıkamayan Türk futbolundaki Yeşilçam tadına varabilmek için eşsiz bir fırsat.

Aslında şu anda Turkcell Super Ligi'nde oynayan birçok futbolcunun da Devler Ligi zamanı geldi çünkü akranları artık orda top koşturuyor.

İşte aday kadrom... Beşiktaş'dan Rüştü, Yusuf, İbrahim Üzülmez, Galatasaray'dan Emre Aşık, Fenerbahçe'den Roberto Carlos, Ankaragücü'nden Ceyhun Eriş, İ.B.B'den Okan Buruk, Eskişehirspor'dan Ümit Karan, Antalyaspor'dan Necati Ateş...

Bunlara sizin de ekleyecekleriniz olabilir ama ne olursa olsun Acun'a teşekkür etmek lazım.

Acun demişken yeni yarışmasının ismine takmış durumdayım;'Yetenek Sizsiniz Türkiye'.

Ben bunu sürekli 'Yeteneksizsiniz Türkiye' olarak düşünüyorum :)

Bir yarışmanın ismi ancak bu kadar faul olabilir!


10 Kasım 2009 Salı

SAYGIYLA ANIYORUM...


EN BÜYÜK TÜRK MUSTAFA KEMAL ATATÜRK...

9 Kasım 2009 Pazartesi

BÜYÜK MAÇ DEDİĞİN


En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyim; futbol adına muhteşem bir haftasonuydu.

Avrupa'nın en önemli liglerinde bu kadar üst düzey maç aynı haftasonuna denk gelince sonuçta kaçınılmaz oluyor tabii.

İngiltere'de Chelsea - Manchester maçını izlerken bir ara tribünde oturanların ne kadar şanslı olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Chelsea'nin golünden sonra aynı kafa topuna çıkan Terry'nin topa ben vurdum diyip hanyaya, Anelka'nın topa ben vurdum diyip Konya'ya gitmesi ve gol sevincini yaşaması uzun yıllar unutulmaz. (Konya diyince Anelka'nın elle attığı gol geldi aklıma, sinirlerim bozuldu yine.)

İspanya'da Madrid'de gelenek bozulmadı ve Real, Atletico'yu ateşin içine attı. Bu sezon Atletico'ya üzüldüğüm kadar beni yıkan başka bir takım yok. Ha bir de Hertha Berlin var ki onlarla ilgili bir yazımı da bu hafta yayınlayacağım.

Almanya'da Bayern'le Schalke'nin maçı da enteresandı. Her şey bir yana Robben'in o ligde ne işi var allah aşkına?

Fransa'daysa bir tarih yazıldı. Lyon - Marsilya maçını izlemeyenler skora bakıp üzülebilirler. Kaçan gollerde olsaydı 5-5 yerine 9-9'luk bir skor da çıkabilirdi!

Ve Türkiye... Bu kadar gollü muhteşem maçların olduğu bir haftada bir de Trabzon - Beşiktaş maçını düşünsenize...

En iyisi düşünmeyin çünkü bu ligde maç izlemek artık bir futbolsevere verilecek en büyük cezaya dönüşmeye başladı!

6 Kasım 2009 Cuma

SKORBORD MU?


80'li ve 90'lı yıllarda izlediğim maçları çok iyi hatırlıyorum. Büyük bir merakla sadece oynanan futbolu değil, stadda olan herşeyi fazlasıyla dikkatli bir şekilde takip ederdim.

Özellikle beklediğim anlardan bir tanesi gol olduktan sonra sevincimi yaşarken bir yandan da göz ucuyla skorborda bakardım.

Çünkü beklediğim çok önemli bir an olurdu o tabelanın değişme anı. Skorbordun tam ortasında bir boşluk olurdu ve oradaki görevli eliyle gol atan tarafın tabelasını değiştirir, daha sonra da yeni skoru koyardı. Ters koyduğu anlarda bambaşka skorlar görürdünüz bir anda tabelada.

Büyük bir heyecan olurdu benim için o an.

Sonra hayatımıza dijital skorbordlar girdi, aynı zamanda süreyi gösteren. Daha sonra dijital boyut ilerledi resimler, amblemler hatta reklamlar yer almaya başladı.

Peki ya bugün?

Bugün artık bir Şampiyonlar Ligi maçında kendi maçınızı izlerken, o gece oynanan diğer maçlardaki skorları anı anına ve golü kimin attığını görebiliyor, devre arasındaysa diğer maçların ilk yarı özetlerini izleyebiliyorsunuz.

Belki o 80'lerdeki tabela değişimi heyecanı yok hayatımda ama bu da bambaşka bir heyecan sayılmaz mı?

Peki bu kadar bilgiyi ve görseli gösteren birşeyin isminin sadece 'Skorbord' olması insafsızlık değil mi?

5 Kasım 2009 Perşembe

DEĞER BİLECEKSİN !


Şampiyonlar Ligi ; futbol dünyasının şu andaki en değerli markası.

Özel marşları, özel görselleri, özel kuralları ve Dünya'nın en özel takımlarıyla tam anlamıyla gerçek bir rüya!

Bu kadar muhteşem bir ligde yer almak için her takım sezon boyunca çaba sarfediyor. Şampiyon Ligi'ne gitmek, şampiyon olmak kadar önemli bir başarı takımlar için.

Hazır ön eleme oynamayıp, direkt olarak bu lige girmişken ve Türkiye'den başka takımın katılamaması sebebiyle bütün ikramiye eurolarını cebe indirmişken, başarı gelmese de bunun tadını çıkarmak gerekmez mi?

Salı akşamı İnönü Stadyumu'nda özellikle maç 0-2 olduktan sonra yaşananlar kulüp tarihine kara bir leke olarak geçecek.

Zamanında 'Ahmet dursun, Seba gitsin' diyerek yaratıcı çözümler bulan Beşiktaş taraftarı artık kendi başkanına topluca küfür edecek duruma geldiyse, en az başkan kadar taraftarın da değişmesi gerekmez mi? Demirören'in bu tribünleri temizleyeceğiz sözünü haklı çıkarmaya ne gerek var?

Herkes şapkasını önüne koyup düşünecek.

Ligde kötü gidebilirsin, Şampiyonlar Ligi'ne havlu atmış olabilirsin ama bütün Dünya'ya kendini ispat ettiğin, örnek gösterildiğin, desibel rekorları kırdığın, muhteşem taraftar profilini yerle bir edemezsin!

Televizyonda takımlar sahaya çıkarken gıptayla baktığın sahnenin tadını çıkaracaksın, seni milyonlarca insana izleten ve her takıma kısmet olmayan bu marşın değerini bileceksin!


2 Kasım 2009 Pazartesi

BAŞAK KAAN'LA EVLENİR MİSİN ?


Galatasaray - Sivasspor maçı bir futbol maçından farklı anlamlar taşıyordu dün akşam.

Yılların eskitemediği dostum Kaan Başman, uzatmalı kız arkadaşına evlenme teklifinde bulundu, acımız büyük...

Şaka bir yana uzun süren uğraşlarla Sami Yen'e sokturmayı başardığımız pankart sayesinde Başak Kaan'ın evlenme teklifini kabul etti.

İşin güzel yanı hayatında ilk kez futbol maçına gelen gelen bir hanımefendinin, o maçta evlenme teklifiyle karşılaşması olsa gerek.

Bundan iki yıl önce Ortaköy'de Kaan'la Başak'ın ilk buluşmasına sürpriz konuk olarak katıldıktan sonra, Kaan'nın 'Nasıl kız abi?' sorusuna, 'Bu kızla evlen' dediğimi çok net hatırlıyorum :)

Başak'la Kaan'a mutluluklar...

Ve işte kamerama yansıyanlar...